Kaybolmuş gibi hissetmek için gerçekten kaybolmak mı gerekiyor? Yoksa bu duygular, var olmanın ağır yükü altında mı benliğimi sınırlandırıyor? Henüz deneyimlemediğim ve asla yaşamak istemediğim hisler, neden ruhumun derinliklerine işlenmiş? Neden bu kusursuz işçilik benim kusurum olmak zorunda?
Belki de bu, atalarımdan miras kalan genetik kodların bir oyunu. Peki ya bu kodlar, genetik olarak kusurlu mu? Bu düşüncelerle boğuşurken, babamın gençlik fotoğraflarındaki o bakışlar gelir aklıma her şeye yetebileceğine olan inançlı gözler şimdiler de herkesin ne denli sahtekar olduğunu nasihat ediyor. Belki bu genetik kodlar en başından beni uyarıyor.
Biliyorum ki tek bir cevap bulamayacağım. Aslında cevap aramadığımı da fark ediyorum. Yeter ki içimi dökebileyim, yeter ki hislerimi kelimelere dökebileyim. Bu basit ihtiyaç, duygularımı incitse de, artık olanla olmuşa çare aramaktan vazgeçtim.
Bulduğum tüm çareler, aslında çaresizliğimin ta kendisiyken… Bu yüzden, bir çocukken annemin bana öğrettiği gibi, küçük bir çiçek tohumu ekiyorum bugün bahçeme. Belki de bu küçük tohum, benim karanlık düşüncelerimi aydınlatabilir.
Belki de diyorum.
Belki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder