"Uzayan, kısalan saçlardan; sana ait olmayan anlardan; gitmediğin yollardan yorulmadın mı?" Kemal Hamamcıoğlu'nun bu sözleri, derin bir boşluğa sürükledi beni. İronik bir şekilde düşündüm; dökülen saçlarım, azalan ömrüm, hatırlayamadığım ama bana ait olduğunu hissettiğim anılarım var. Bu düşüncelerden ve geleceğimi bu düşüncelerin şekillendirmesine izin vermekten gerçekten yorulmadın mı?
Cevabını bulamadığım, hatta var olup olmadığından emin olamadığım sorular sormayı bırakmalıyım artık. Her terk ettiğim yerden tekrar başlama alışkanlığımı da sonlandırmalıyım. Acaba gitmediğim yollar, gidemeyeceğim için mi beni bu kadar yoruyor, yoksa gitmeyi tercih etmediğim için mi içimde yaralar açıyor? İşte, yine cevabını bulamayacağım, ya da bulsam bile emin olamayacağım bir soru daha. Belki de tek bir yolumuz olduğunu kabullenirsem, diğer yolların sadece bir aldatmaca olduğunu ve içimde gereksiz ihtimaller yarattığını anlayabilirim. Ama bu kararı nasıl vereceğim? Yine bir soru, yine bir soru, yine bir soru. Çözülemeyecek denklemleri neden bu kadar çok seviyorum? Ya da bir şeyi çok mu seviyorum, yoksa nefret mi ediyorum?
Sanırım tüm bu düşünceler beni Bertuğ Cemil'in şarkılarına yönlendiriyor: "Küçük hesaplarla geçiyor yaşam, büyük kavgalar, küçük şeyler için... Arsız ayaklar altında alınteri, kırılgan, naif elleri. Yalanlar, yalanlar, yalanlar; bulutların ardındaki güneş gibi gerçek. Sevilmeye muhtaçken, kimileri kirli avuçlara düşüvercek." Gerçekten de boşa söylemiyor: "Yağmur geri verecek, buharlaşan sevgimizi."
Pencerenin pervazına vuran ve toprağın eşsiz kokusunu etrafa yayan yağmura selam olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder