Her güne bir savaş gibi bakmak zorunda olduğumu düşünmek beni yormaya başladı. Sürekli bir başarıya ulaşma ya da boşa geçen her vaktin bir kayıp olduğunu düşünmek, zamandan aldığım zevki azaltıyor. Sanki her an ve her saniye doğru kararı vermek, doğru seçimleri yapmak zorundayım. Neden böyle hissediyorum? Bu sürekli güçlü ve başarılı olmam fikrine beni kim ikna etti?
Zamanın telaşı içinde kayboluyorum, bu kayboluşlardan mantıklı bir çıkarım yapabiliyor muyum? Belki de asıl sorulması gereken budur. İçimde tam olarak anlamını kavrayamadığım bir arayış var. Bu arayışı nitelendirmek istememim temel sebebi, tüm bu mutluluğun içinde bile durmadan daha iyisine veya beni daha fazla mutlu edebilecek bir hissin varlığına içten içe inanıyor olmam.
Sakin ve ayık bir kafayla kendime sorduğumda, bu hissin temelini oluşturan iç sesin neden beni huzursuz ettiğini bulamıyorum. Bu, bulunamayacak kadar anlamsız bir his mi yoksa benim anlayamayacağım kadar karmaşık bir oluşum mu? Bir sonuca varamıyorum.
Belki de, içimde hala bundan daha iyisini hak ettiğimi düşünen bir ben var. Belki de bu yüzden o ben var olduğu sürece, bu benliğin kederine mahkumum. Kendi benliğine esir olmuş bir varlık, mutluluğa ya da daha doğrusu kesintisiz mutluluğa nasıl ulaşır? Bence bu da güzel bir başlık.
Huzurun kıyısında dinlenemeyen bir ruha sahip olduğunda anlıyorsun; kaderinin tek laneti, ona sahip olmaktır.
Kiminin laneti, kimilerine lütuftur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder