16 Ocak 2025 Perşembe

Bulduklarımı Aramadığım Gün

Sessizlikle baş başa kalmanın insana neler öğrettiğini, her seferinde geç de olsa fark ediyorum. Zaman içinde doğrulara ulaşmak; belki öylece orada duruyorlardı, ama ben görmek için kendime izin vermiyordum. Tıpkı eklemlerimdeki o eski ağrıların yerini ağır bir uyuşukluğa bırakması gibi… Sokaktan çekildiğim, kendi tekilliğime kapandığım o anlarda, aradıklarımı bulmak isterken, bulduklarımın peşine düşmediğime üzülür oldum. Sanki kaybolmuş bir pusulanın iğnesiydim; dönüp duruyor, ama hiçbir yönü işaret etmiyordum.

Sonuçlara ulaşmak için değil, ulaştığım sonuçların bir anlamı olduğuna inanmak istediğimden buradayım. Kaç yıldır kaçıyordum, bilmiyorum. Fersah fersah uzaklaşırken, şimdi aynı hızla, kontrolden çıkmış bir kamyon gibi, kaçtığım şeylere doğru savruluyorum. İtiraf edeyim, bu savruluşun tadını çıkarıyorum. Ama her keyif, ardında bir yansıma bırakıyor: Bugüne kadar yaşadıklarım boş bir suret miydi?

Geçenlerde okuduğum bir cümle zihnimi kemiriyor: “Tanrı bana vermediği her şeyi, seni bana vererek telafi etmiştir.” İnsan buna inanmak istiyor, öyle değil mi? Ama kavuşmanın bedelini hep kayıplarla ödediğimizi bilmek, bu inancı yıpratıyor. Vedaları sevmediğim kadar, kayıpların bıraktığı o boşluğu da sevmiyorum. Sanki her duygu, bir alışverişin parçası: Sevgiyi ödemek için yalnızlık, umudu ödemek için pişmanlık… Mantıkla tarttığım her his, avuçlarımdan kum gibi kayıyor.

Oysa sonucu düşündüğümde, vardığım noktalar yaşanmış anları değersizleştiriyor mu, yoksa onlara anlam mı katıyor? Bu ikilemde, hayatın sadece “şimdi”de yaşanmaması gerektiği fikrine geri dönüyorum. Anı yaşamak yerine, amaca hizmet eden bir makine gibi hissetmek… Tıpkı dışarıda rüzgârla eğilen ağaçlar gibi: Yapraklar tek tek düşüyor, belki de kaybolduğumu bildikleri için önümde bir yol çiziyorlar. Ama ben hâlâ var olmak istediğim yerden emin değilim. Bazen bulunduğum yerde gerçekten var mıyım diye soruyorum kendime. Sonra mırıldanıyorum: “Bu benim tabiatım.” Savruldukça, dirayetini yitiren bir dalım çünkü.

Bir sahne canlanıyor gözümde: Jack Sparrow’un Kara İnci’ye bindiği o an… Her şeyi başarmış gibi hissediyor, ama macera asıl o anda başlıyor. Pusulası kuzeyi göstermiyor, çünkü onun kuzeyi kaçtığı yön. Belki benim yolculuğum da buydu: Neyden kaçtığımı bilmeden, nereye gittiğimin önemini yitirmek.

Sessizlik bana bunu öğretiyor işte: Durmak, düşmekteki ısrarı fark etmek. Belki de aradığım her şey, savrulduğum o yolda, yaprakların çizdiği izlerde saklı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Cevap Bile Bir Son Olduğundan

Bir şeylerin sonuna yaklaştıkça, içimde tarifini bilmediğim bir direnç kabarıyor. Bitirmek istemiyorum. Sanki sonlar, birer mezar taşı gibi ...