Nerden düştü içime bu düş? Konuşmak istiyorum ama, konuşmanın faydası olmadığı yerdeyim.
Evet, fark ettim; hiç ayağa kalkmadığımda olsa bu duruş.
Kelimeler anlam karmaşasında kaybolurken, ben bilemiyorum: Bu rüya mı? Yoksa, sadece uzun süre işkence eden bir dünya mı? Ne fark ediyor ki!
Daha farklılıkların bir fark olduğunu kavrayamayacak kadar, nitelikleri nitelendiremeyen bir bilim insanı mı?
Bilim mi? İnsan mı? Kavgasından yorulmuş, yorulduğuna üzülen bir senfoni şefi gibi.
Uzun zamandır uzanamadığım kol saatim, yelkovana ait bir akrep misali, sürekli benden uzaklaşıyor. Aynı paralelde olmamız, yan yana olduğumuz anlamına gelmiyor.
Zaten ne düşünürsen düşün, hiçbir şey anlamlı olacak bir insan olmadan ifade edilemiyor.
Gecenin ikisinde seni düşünen bir canlı olması mı daha önemli, düşünülemeyecek kadar değerli olman mı?
Olmakla olamamak arasında sıkışıp kalmış bir söz dizim hatası bizimkisi. Bizimkisi dediğime bakma; düşlerimi ve duygularımı kastediyorum. Fiziki bir obje veya fiziksel bir varlıktan bahsedemeyecek kadar kibir doluyum bu sıralar.
Sıra sıra düşler arasına saklanmış küçük insansı sıralamalar, yine anlam ifade edemeyecek kadar kuramsal bir kuram faciası eşliğinde. Eşliğinde dediğim için yanlış anlaşılmasın, çünkü eş demek, çift demekti ya bir zamanlar.
Neyse, bu zamanlar o zamanlar değil gibi. Gibilerin karamsarlığına saklanmış bir silgi ezgisi bizimkisi.
Sildikçe silinmeyen, sildikçe iz bırakan bir beyaz sayfa kirleticisi.
Kırık yelkovan, tükenmiş silgi, çalınmış hayaller, kaybolmuş bir senfoni.
Her biri kendi içinde eşsiz bir melodi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder