30 Kasım 2024 Cumartesi

Duruş!

Yaşlar birbiri ardına akarken, içimde bir sızıyla “Neden?” diye düşündüm. Gözlerimden aksalardı belki durdururdum, ama ömrümden akan bu yaşlar "her biri 365 güne sıkıştırılmış hüzün damlaları" durduramıyordum. Zamanın akışı, sanki kendi keyfine göre bazen hızlanıyor, bazen yavaşlıyordu; bu anlaşılmazlık beni derin bir bilinmezliğe sürüklüyordu. Okuduğum kitaplarda, izlediğim filmlerde bu sorunun cevabını bulamıyordum. Hepsi sonunda belirsizlikle noktalanıyor, saman sarısı sayfaların sonu bir noktayla değil de yarım kalmış cümlelerle bitiyordu. Filmler hep aynı, karanlığa bürünen bir ekranla son buluyordu. Bir şey bittiğinde neden yarım kalırız? Her şey bir gün bitmek zorunda değil mi? Belki de bu yüzden, sonuna geldiğimizde, son nefesimizi verdiğimizde olacakları idrak edememek içimizi korkuyla dolduruyor.

“Duruş” diyordum, aslında yazmaya başlamadan önce. Fiziksel değil, ruhani bir duruştan bahsediyordum kendi içimde. İçimdeki ses, dışımdakiyle aynı düşündüğü an, korku yüreğime daha da derinden saplanıyor. Benliğimiz farklı bir düşünce üretmediğinde, sanki gereksiz yere her şeyi bildiğimize inanıyoruz. Ancak okuduğum her kitapta, araştırdığım her makalede, izlediğim her filmde aslında hiçbir şey bilmediğimi bir kez daha anlıyorum. Bir şey bildiğini sanmak başlı başına bir lanet; belki de bu yüzden, lanetlenmiş ruhlar bu dünyada huzur bulamıyor. Cahillik mutlulukken, okuyan, araştıran, öğrenmeye çalışan herkes acıyla yoğruluyor. Farkındalık, bu lanetin tanımı olabilir. Çünkü eğer bir şeylerin farkında değilsen, hiçbir şey umurunda olmuyor; fakat umurunda olması için de farkında olman gerekiyor. Bu farkındalık, ne kadar eksik ve çaresiz olduğunu yüzüne bir tokat gibi çarpıyor.

Yıllardır hep aynı duruşu sergiliyorum; bu yüzden ya çok aptalım ya da farkındalığın ağırlığı altında ezilen bir cahilim. Cahilliğimin bilincindeyim, bu konuda bir sıkıntım yok; zaten cahil olmasaydım bu hâlde olmazdım. Bulunduğum hâli küçümsediğimden değil; bu şartlar altında ne kadar yükselebilirdim ki, nereye gelebilirdim ki? Farkındalığım arttıkça şunu anladım: Olabileceğim en iyi yerdeyim ve belki de olmamam gereken tek yerde. Çünkü bana çok aykırı, fıtratıma ters bir düzenin içinde, sorgulamadan, kendimi yormadan var olabilirim. Eğer bu eylemsizliğin dışında bir rol üstlenirsem, deliliğin eşiğine gelirim.

“Duruş” demiştim, hatırlıyorum; gerçekten de olduğum yerde duruyorum. Zaten başka türlü yazamazdım. Eylemsizlik, bu sıralar en büyük eylemim. Ne anlatmak istediğimi unutmuş gibiyim; belki de en başından hiçbir şey anlatamayacağımın farkındaydım. Fakat bu bir iç döküş, bir nevi kendi kendine konuşma. Belki de amaçsız kaldığım bu son günlerde, korkularımdan kaçıp kendimi buraya atmış olabilirim.

Neyse Albayım, saat çoğu geceye göre erken olsa da, yorgunluktan ayakta duramıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Cevap Bile Bir Son Olduğundan

Bir şeylerin sonuna yaklaştıkça, içimde tarifini bilmediğim bir direnç kabarıyor. Bitirmek istemiyorum. Sanki sonlar, birer mezar taşı gibi ...