29 Ağustos 2024 Perşembe

Genetik


Kaybolmuş gibi hissetmek için gerçekten kaybolmak mı gerekiyor? Yoksa bu duygular, var olmanın ağır yükü altında mı benliğimi sınırlandırıyor? Henüz deneyimlemediğim ve asla yaşamak istemediğim hisler, neden ruhumun derinliklerine işlenmiş? Neden bu kusursuz işçilik benim kusurum olmak zorunda?

Belki de bu, atalarımdan miras kalan genetik kodların bir oyunu. Peki ya bu kodlar, genetik olarak kusurlu mu? Bu düşüncelerle boğuşurken, babamın gençlik fotoğraflarındaki o bakışlar gelir aklıma her şeye yetebileceğine olan inançlı gözler şimdiler de herkesin ne denli sahtekar olduğunu nasihat ediyor. Belki bu genetik kodlar en başından beni uyarıyor.

Biliyorum ki tek bir cevap bulamayacağım. Aslında cevap aramadığımı da fark ediyorum. Yeter ki içimi dökebileyim, yeter ki hislerimi kelimelere dökebileyim. Bu basit ihtiyaç, duygularımı incitse de, artık olanla olmuşa çare aramaktan vazgeçtim.

Bulduğum tüm çareler, aslında çaresizliğimin ta kendisiyken… Bu yüzden, bir çocukken annemin bana öğrettiği gibi, küçük bir çiçek tohumu ekiyorum bugün bahçeme. Belki de bu küçük tohum, benim karanlık düşüncelerimi aydınlatabilir.

Belki de diyorum.
Belki…

23 Ağustos 2024 Cuma

Geçici

Ruhun bir hali olur mu? 
Ben buradayım diye bağırmak isteyen hemde hiç fark edilmek istemeyen bir bilinç varlığını sürdürebilir mi?
Bilemiyorum, seçenekler çokta makul değil. 
Aramaya bir süre ara vermeye karar verdim. Kararlarımı sorgulamaktan yorulmuş bir halde. Herhalde kendi kararımmış gibi kabul ettim. 
Sormuştum çünkü kendime kaç pazartesi daha kırmızı olmaktan imtina edebilir diye.
Aldığım cevaptan korkmuş olsam da bir sonucu varmam gerektiğini bilmem, karar vermeme yetmişti. Bu yüzden ruhumun hala bildiğim bir hali varken bir sonuca varmalıyım, doğru ve yanlış düşünmeden. 

Bir süre eyleme geçmeden beklemeliyim... 

15 Ağustos 2024 Perşembe

Karga


  Kimin kelimelere ihtiyacı var? Bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyorum. Ancak, kendimi anlamlandırabilecek başka bir şey de bulamıyorum. Hayatımın tamamı; anladıklarım, anlayamadıklarım, anlamlandırdıklarım ve anlamlandıramadıklarım, hepsi kelimelerin içinde saklı. Bir kitapta okumuştum: "İnsanlar, bildikleri kelimeler kadar var olabilirler." Bir insanın hayatı, öğrendiği kelimeler kadardır, diyordu. Düşündüm ve bu sözün ne kadar doğru olduğunu fark ettim. "Neden böyle?" diye sorduğumda, hiçbir zaman tek ve doğru bir cevap alamadım.

    Doğduğum yer, çevremdeki insanlar, öğrendiğim kelimeler, maruz kaldığım harfler... Hepsi hayatımı ve benliğimi oluşturan yegâne yapı taşları değil miydi? Yoksa ben, rastlantısal ve şans eseri mi bu benliğe sahiptim?

    Bir zaman dilimine hapsoldum; olmuş olmaktan korktuğum ve olacağımdan çekindiğim bir an. Doğruyu aramak, tıpkı cevap anahtarı olmadan doğru cevabı bulmaya çalıştığın bir testin sonucuna bakmak gibi. Kılavuzu olmayan bir yaşam ne kadar doğru yönetilebilir ki? Ya da bize öğretilen ve önümüze konulan kılavuzlar ne kadar doğru olabilir?

    Sanıyorum benim kılavuzum, karga! Karga diyorum çünkü o da benim gibi karalar kaplı, lakin o bilge ve ürkütücü bir güzelliğe sahip. O, bilinmeyenim ve bilinçaltımın sesi, beni hiç yalnız bırakmadan kendi iç dünyamın derinliklerine inmeye çağırıyor. Belki aradığım cevaplar, bu karanlıkta saklıdır? Siyahın zarafeti korkutuyor.


Kelimelerle kurulan bir zindan,

Korkularımın duvarını yükseltiyor.

Sen, siyahın kadim bilgesi,

Korkularımla kuşatıldığımda,

 Bana rehber ol.

13 Ağustos 2024 Salı

İlerleyişim!

Yürüyor olduğum için mi yer değiştirdiğimi sanıyorum?
-Çembere hapsolanların ilerlemesinin bir anlamı var mıdır?
Dünyanın da yuvarlak olması bundan mıdır?
-Orasını karıştırma, bak insanoğluna ilerlediğini düşünüyor.

5 Ağustos 2024 Pazartesi

Candan Bir Sorgulama

Candan Erçetin’in şarkılarından birinde denk geldim. “Onlar yanlış biliyor kimsenin suçu değil bu” diye yaşadığı her eylemin sonucunu kendine bağlıyor. Kibir mi ki bu? Peki etrafındaki onlar niye sürekli suçu başkasında buluyor? Bu durum onu yanlışa sevk etmez mi? Hangi eylem daha doğru. Her sonuçta seçimlerinin seni buraya getirdiğine inanmak mı yoksa her seferinde suçu başkasında bulmak mı?

Neden ortak bir doğrumuz yok. Neden hep doğru dediğimiz hisler flu ve opak bir gerçeklikle kaplı. Neden bir kez de olsa her şey bulutsuz bir gökyüzü kadar açık değil. Sanırım yıldız tozu olmamızdan kaynaklı bu durum yeryüzü bile bizi kendimizden kıskanıp bulutlara hapsediyor. Kendi varlığından bihaber olan neyden emin olabilir ki?

Onlar mı yanlış biliyor ben mi bilmiyorum. Bildiğim tek şey kesin bir şey bilmiyor oluşum!

3 Ağustos 2024 Cumartesi

Zemin Arayışı

Sanırım, zemindeki başlangıç metaforuna beni en çok inandıran Emir Can İğrek'tir. "Bundan kötüsü gelemez başımıza" dediği anlarda, "Zemine uzananlar düşemez" diye haykırdığı zamanlarda derin bir farkındalık hissettim. Zaten dibi görmüş birine ne anlatabilirsin ki? Korkutacağın ya da sindireceğin neyi kalmıştır ki?

Bu bir metafor mu yoksa bir öğreti mi? Gerçekten bilmiyorum. Eğer bir sonuca varabilseydim, şu an bu satırları yazıyor olmazdım. Fakat bana bu hayatın öğrettiği tek şey, her zaman bundan daha kötüsünün gelebileceği. Kelimelere döküldüğünde ne kadar gösterişli ve etkileyici de olsa, kimse yemediği yumruğun acısını veya son diye düşündüğü yerlerin aslında ne kadar derine indiğini fark edemiyor. Bırak bundan kötüsünü, "bunlar iyiymiş, ben niye bu kadar tepki verdim" diye bile düşünülebiliyor.

Örnek vermek gerekirse, sağır bir adamı bağırarak korkutamazsın; lakin gözlerini kaybetme ihtimalini ona hissettirsen, işte o zaman sahip olduklarının ne kadar değerli olduğunu anlar. Bu durum polyannacılık gibi görünebilir, lakin bu sınavla sınananlara sorun, onlar size gerçeği anlatacaktır.

Belki de benim anlamlandırdığım bu hayat, dibin ve göğün bir sonu olmadığını kabullenmenin tek çare olduğu. Bu yüzden düşerken tutunacak dallar arıyorum, bir şey benim hızımı kesmezse sonsuz bir düşüş döngüsüne hapsolacağım diye korkuyorum.

Ve belki de bu yüzden tutunamamaktan daha kötüsü gelemez başıma. Oğuz Atay bile tutunamamış, benim ayrıcalığım ne olabilir ki?

Cevap Bile Bir Son Olduğundan

Bir şeylerin sonuna yaklaştıkça, içimde tarifini bilmediğim bir direnç kabarıyor. Bitirmek istemiyorum. Sanki sonlar, birer mezar taşı gibi ...