Yılın son anları yine biten ve başlayan bir süreç mevcut.
İki kelime içinde bulunduğum her durumu açıklıyor.
Bitmeden başlamıyor...
Yılın son anları yine biten ve başlayan bir süreç mevcut.
İki kelime içinde bulunduğum her durumu açıklıyor.
Bitmeden başlamıyor...
Aslında en başında her şey çok büyüktü
Bizeyse küçük bir küre diye anlattılar
Gören var mı diye sorduğumuzda
Sizin görüp anlayamayacağınız kadar büyük diye kandırdılar.
Düşündük sanki çok fazla birikimimiz varmış gibi,
Üzüldük sanki bir sonuca varacağımıza inanmışız gibi,
Unutulduk sanki her seferinde sonuca varacakmış gibi,
Ve kaybolduk sankisi yok gibi.
Üç kelimeye sığınmamızı bekledir,
Bir kaç kelama kanıp saklanacağımızı ümit ettiler
Umut var mı diye sorduğumuzda
Ümit hep içinde saklı onu siz bulun dediler.
Aradık sanki ilk seferde başaracakmış gibi,
İnandık her seferinde yanlışa sarılır gibi,
Kullanıldık her kulun koşulsuz inandığı gibi,
Aldatıldık hep doğru inanacakmış gibi.
Üç kelime demişlerdi başladı.
Her biri her yanımızı bir bir parçaladı.
Yaşa dediler yaşadık.
Anla dediler anladık.
Öl dediler sımsıkı şu dünyaya sarıldık...
Nerden düştü içime bu düş? Konuşmak istiyorum ama, konuşmanın faydası olmadığı yerdeyim.
Evet, fark ettim; hiç ayağa kalkmadığımda olsa bu duruş.
Kelimeler anlam karmaşasında kaybolurken, ben bilemiyorum: Bu rüya mı? Yoksa, sadece uzun süre işkence eden bir dünya mı? Ne fark ediyor ki!
Daha farklılıkların bir fark olduğunu kavrayamayacak kadar, nitelikleri nitelendiremeyen bir bilim insanı mı?
Bilim mi? İnsan mı? Kavgasından yorulmuş, yorulduğuna üzülen bir senfoni şefi gibi.
Uzun zamandır uzanamadığım kol saatim, yelkovana ait bir akrep misali, sürekli benden uzaklaşıyor. Aynı paralelde olmamız, yan yana olduğumuz anlamına gelmiyor.
Zaten ne düşünürsen düşün, hiçbir şey anlamlı olacak bir insan olmadan ifade edilemiyor.
Gecenin ikisinde seni düşünen bir canlı olması mı daha önemli, düşünülemeyecek kadar değerli olman mı?
Olmakla olamamak arasında sıkışıp kalmış bir söz dizim hatası bizimkisi. Bizimkisi dediğime bakma; düşlerimi ve duygularımı kastediyorum. Fiziki bir obje veya fiziksel bir varlıktan bahsedemeyecek kadar kibir doluyum bu sıralar.
Sıra sıra düşler arasına saklanmış küçük insansı sıralamalar, yine anlam ifade edemeyecek kadar kuramsal bir kuram faciası eşliğinde. Eşliğinde dediğim için yanlış anlaşılmasın, çünkü eş demek, çift demekti ya bir zamanlar.
Neyse, bu zamanlar o zamanlar değil gibi. Gibilerin karamsarlığına saklanmış bir silgi ezgisi bizimkisi.
Sildikçe silinmeyen, sildikçe iz bırakan bir beyaz sayfa kirleticisi.
Kırık yelkovan, tükenmiş silgi, çalınmış hayaller, kaybolmuş bir senfoni.
Her biri kendi içinde eşsiz bir melodi...
Bu gece kelimeler hüznümü bastıramadı, sana dair her şey dört bir yanımı kanatıyor. Kalbim, benim için atmayı bıraktı, her vuruşu ruhumu dağlıyor. Sesim, bu gece ruhuma hitap etmiyor, geceler beni karanlığa hapsediyor. Benliğim, bedenime sığmıyor; geceler artık huzur vermiyor.
Bir park köşesinde, işsiz bir kemancı gibi, notalarıma sığınıyorum. Lakin notalar, sanki ben onların celladıymışım gibi, beni yok sayıyor. Ellerim arşe ile kaybolurken, huzurumu her bir telin titreyişinde, sana koşarken bulunuyorum. Fakat ne olduğunu işte o an anlıyorum. Avuçlarımın arasında sığındığım tek liman keman, ayrılığımızı kutluyor.
Anlamakta ne kadar geç kaldığımı idrak ettiğim o anlarda gerçekler birbiri ardına yüzüme vuruyor. Elimdeki yayı bile kontrol edemezken, zamanı ve seni nasıl hayal edebilirim?
Yazık...
Bir şeylerin sonuna yaklaştıkça, içimde tarifini bilmediğim bir direnç kabarıyor. Bitirmek istemiyorum. Sanki sonlar, birer mezar taşı gibi ...